Türk el sanatları; önceleri insanların ihtiyaçlarını karşılamak, örtünmek ve korunmak amacı ile ortaya çıkmış, daha sonra ise gelişip değişerek ortaya çıktığı toplumun duygularını, sanatsal beğenilerini ve kültürel özelliklerini yansıtarak “geleneksel” vasfı kazanmıştır.
Anadolu’daki çeşitli uygarlıkların kültür mirasıyla, kendi öz değerlerini birleştirerek zengin bir mozaik oluşturan ancak şimdilerde unutulmaya yüz tutmuş Türk el sanatları yazı dizimizin üçüncüsünde; çömlekçilik, bakırcılık ve telkari sanatı hakkında sizleri bilgilendiriyor olacağız.
Topraktan çıkan sanat
İnsanlık tarihinin en eski sanatlarından biri olan çömlekçiliğin, ilk ne zaman keşfedildiği tam olarak bilinmese de toplumun babası diye adlandırılan Hz. İbrahim’in çömlekçilik yaparak ve ziraatla uğraşarak geçimini sağladığı ve o günden bu yana da bu sanatın icra edildiği kaynaklarla sabittir.
Çömlek, bilinen en eski ve kullanışlı ham madde olan toprağın, çamur haline getirilerek, kimi zaman da kille karıştırılarak elle ya da çömlekçi çarkı denilen düzenekle şekillendirilmesi sonucunda üretilir.
Tarihçilere göre; Anadolu, Kuzey Suriye ve Kuzey Mezopotamya’da yaklaşık 8200 yıl önce ortaya çıkan çömlek yapımı, 2000 yıl gibi kısa bir sürede dünyaya yayılmış. Anadolu’da ise çarklı çömlekçiliğe ait bulgulara günümüzden yaklaşık 5000 yıl önce ilk kez Kayseri dolaylarında, Alişar’da, Boğazköy’de ve Truva’da rastlanmış.
Ruha iyi gelen bir meşgale olduğu için doktorların da önerdiği çömlekçilik, bir zamanlar oldukça ciddi bir sanayi ve ticaret koluydu. Çömlekten yapılmış yemek tenceresi, tencere kapağı, su testisi, güveç, sütlaç kâsesi, yoğurt kâsesi gibi ürünler her ne kadar eskisi kadar rağbet görmese de Eskişehir, Manisa, Bilecik, Nevşehir, Avanos, Adapazarı, Bursa, Balıkesir, Menemen, Kütahya, Konya ve Diyarbakır gibi birçok yerde hala çömlekçilik yapımına devam ediliyor. Bilecik’in Pazaryeri ilçesindeki Kınık Köyü’nde ise 2002 yılından bu yana her yıl Temmuz ayında düzenlenen Çömlekçilik Şenliği ile bu eski el sanatı daha geniş kitlelere tanıtılmaya çalışılıyor.
Tarih öncesinde bulunan ve ismini rengine de veren ilk madenlerdenBakır
Son yıllarda arkeolojikkazılarda elde edilen somut veriler, dünyada ilk kez madenciliğin günümüzden yaklaşık 10 bin yıl kadar önce Anadolu’da Çayönü’nde başladığını kanıtlıyor. İlk üreticiliğe geçiş evresine ait önemli bir kültür merkezi olan Çatalhöyük’te ise M.Ö. 7 bin yılında ilk arıtılma işleminin gerçekleştirildiği belirtiliyor.
Tabiatta yaygın olarak bulunan bakır cevherinin tarih öncesinde bulunan ve ismini rengine de veren ilk madenlerden biri olduğunu biliyor muydunuz? Kalkolitik Dönem olarak da bilinen Bakır çağında, insanlar bakır madenini keşfetmişler, bu madeni silah, kap kacak ve enstrümanların yapımında kullanmışlar.
Peki ya bir el sanatı olan bakırcılığın Anadolu’nun zengin mutfak kültüründen etkilendiğini söylesek? Öyle ki Anadolu mutfağında, bazı yiyeceklerin yapımı ancak kendine özgü üretilmiş bakır kaplarda mümkün oluyordu. Örneğin pekmez bakır tavalarda kaynatılır, çiğ köfte bakır leğenlerde yoğrulur, bazı törensel yiyecekler topluluğun ortak malı olan kazanlarda pişirilirdi. Sanayideki gelişmelerle mutfak gereçlerinin üretiminde bakır yerini alüminyum gibi ürünlere bırakmış olsa da geçmişteki üretim ve kullanım yoğunluğunu yitiren bakırcılık, günümüzde sağlıklı nitelikleri öne çıkarılarak yeniden keşfediliyor.
Buna en güzel örneği ise üzerine tamamen el işçiliği ile desen işlenen tek şehir olmasıyla ünlenen Gaziantep’te imal edilen bakır ürünleri verebiliriz. Günümüzde tüm dünyanın hayranlığını kazanan ve bir sanat eseri olarak konumlandırılan bakır; zengin mutfak kültürüne sahip Gaziantep, Kilis ve Adıyaman’da sıklıkla kullanılıyor.
El emeği göz nuru… dayanışmanın simgesi: Telkari
Telkari sanatının M.Ö. 3000 yılından beri Mezopotamya’da, M.Ö. 2500 yılından bu yana ise Anadolu topraklarında uygulandığı arkeolojik kazı sonuçlarından bilinirken, asıl merkezininMusul olduğu ve buradan Suriye ve ardından Anadolu’ya geçtiği ileri sürülüyor.
Türkler arasında yaygınlaşması 15. yüzyıla kadar uzanan telkâri sanatı, binlerce yıllık kültür mirasıyla medeniyetler beşiği olan Güneydoğu Anadolu topraklarında gelişimini sürdürmüş; günümüzde ise bu sanatın asıl temsilcisi bölgenin gizemli kentlerinden Mardin’in Midyat ilçesi olmuştur.
Gerek tarihi gerekse kültürel mirası açısından ayrıcalıklı bir konuma sahip olan Mardin’i Mardin yapan en önemli özelliklerinden biri ise telkâri zanaatının merkezi olmasıdır. İncecik altın, gümüş tellerin maharetli ellerde adeta dantel gibi işlendiği ve yapım aşamasında kesinlikle makine kullanılmayan telkârinin namı, Mardinli Süryani ustalar sayesinde tüm dünyaya yayılmıştır.
Günümüze kadar varlığını koruyan telkari sanatı aynı zamanda kuyumculuk sanatının da önemli tekniklerinden biridir. Çok ince bir işçilik, sabır ve el mahareti gerektiren bu sanatın yüzükten, küpeye, kolyeden broşa kadar birçok ziynet eşyasında, tepsi ve aynalarda, dekoratif ürünlerin süslenmesinde kullanıldığını görebilirsiniz.
Bir Süryani geleneği olduğu ve babadan oğula geçtiği için bitmeyen bu gelenek günümüzde yazık ki çoğu geleneksel el sanatlarımızda olduğu gibi tam manasıyla hak ettiği yerde değildir.
Bu kentin içinde huzur var: Seferihisar… Bir Sonraki:
Lezzet Peşinde Festivaller