Unutulmaya Yüz Tutan El Sanatları

24 Şubat 2019 • Kültür ve SanatUnutulmaya Yüz Tutan El Sanatları için yorumlar kapalı4963

Anadolu toprakları, yüzyıllardır ev sahipliği yaptığı medeniyetlerin tarihiyle yoğrulmuş, kültür, sanat ve bilim alanlarında binlerce eserin çıkış noktası olmuştur. Farklı dil ve dinlerin buluşma noktası olan Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise bu kültürel zenginliklerle harmanlanmış binlerce yılın izini taşıyan el sanatları ve meslekler ortaya çıkmıştır. Gerek nüfus artışı gerekse değişen talep ve ihtiyaçların teknoloji ve sanayideki gelişmelerle birlikte çeşitlenmesi ise günümüzde el sanatlarına olan ilginin şüphesiz azalmasına sebebiyet vermiştir.

Örneğin sizlere her biri bir sanat eseri niteliğinde olan ve büyük özverilerle ortaya çıkarılan Türk El Sanatları’ndan kaç tanesini biliyorsunuz diye sorsak ne yanıt verirsiniz? Peki ya unuttuklarımız veya unutulmaya mahkum bıraktıklarımız?

Anımsamakta güçlük duyanlar veya bilgisini perçinlemek isteyenler için Eski Osmanlı ve Türk sanatları arasında en dikkat çeken örnekleri buluşturacağımız yazı dizimizin ilkinde ebru, hat, çini, minyatür ve tezhip sanatlarını inceleyeceğiz.

İşaretlerin mürekkeple dansı: Hat

Geleneksel Türk sanatı denildiğinde ilk akla gelen örneklerden biri olan hat; matbaanın icadından önce elle yazılan kitaplar aracılığıyla gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. Osmanlıdan günümüze kadar gelen ve usta çırak ilişkisiyle gelişen Hat sanatıyla uğraşan kişilere ‘’hattat’’ unvanı verilir.

Kaligrafi sanatı olarak da bilinen ve örneklerini sadece bizim kültürümüzde değil; Perslerde, Çinlilerde, Japonlarda, Avrupa’da ve elbette Arap dünyasında görebileceğiniz bir sanat dalı olan Hat, Avrupa’da “tipografi” başlığı altında popülerliğini sürdürmektedir.

Eskiden derviş yetiştirirken sabrı öğretmek amacıyla yaptırılan ve büyük emek isteyen bu sanat güzel yazı yazma yeteneğinin gelişmesini sağlasa da günümüzde maalesef çoğunlukla dekoratif amaçlı kullanılmaktadır.

Sudan kağıda akan sanat: Ebru

Ebru sanatı için en doğru ve güzel tanımlamayı “Renklerin suda dansı” olarak yapabiliriz… İşte bu nedenle ebru sanatı ruhu en çok dinlendiren ve insanı stresten uzaklaştıran sanat dallarından biri olarak ön plana çıkar.

Tasavvuf kültürünün bir parçası ve Doğu ülkelerine özgü bir süsleme sanatı olan ‘ebru’nun ilk olarak hangi ülkede ortaya çıktığı ise bilinmiyor. Ebru sanatı, özel olarak hazırlanmış su üzerine, fırça darbeleri ve yardımcı aletlerle yapılan desenlerin, kağıt üzerine aktarımıyla can buluyor.

Bu sanatı yüzyıllar boyu gizemli kılan şey ise sanatçıya ebru teknesinin başına geçtiğinde hayal gücü ve el marifetini kullanarak birbirinden farklı ve kendini aşan sonsuz tekniği deneme fırsatı veren bir kağıt boyama sanatı olmasıdır. Avrupalılar ebru kağıdını mermer kâğıdı olarak isimlendirdiği için ebru sanatı batıda “Türk Kâğıdı” veya “Türk Mermer kâğıdı” adını almıştır.

Bir Toplumun Kültürünün En Güzel Yansıması: Minyatür

Osmanlı Türkçesi’nde “nakış” veya “tasvir” olarak anılan; öykü, olay ya da bilgilerin resim diliyle tasvir edilmesi olarak nitelendirilen minyatür sanatını icra edenlere “nakkaş” veya “müsavvir” denilir. Çinliler ve Türkler’den İranlılar’a daha sonra ise Avrupa’ya geçmiş bir sanat olan minyatür, sanat bakımından, kitaptaki konuyu açıklayan ve gerektiğinde en ince ayrıntılar üzerinde durulan resimlerdir.

Tümüyle bir sabır timsali olan minyatür sanatı, ince işlenmiş küçük boyutlu resimlerden oluşan hassas çizgi ve desenlere sahip olması nedeniyle, geçmişte ince ayrıntıları işlemek için yavru kedilerin tüylerinden yapılan ve “tüy kalem“ olarak isimlendirilen çok ince fırçalarla kağıda dökülüyordu. Toplumun kültür ve ananelerinin yansıdığı minyatürler genellikle; savaş, düğün, tören, destan, aşk ve felaket konuludur.

Ayrıntıları içinde gizli sanat: Çini

İlk örnekleri Karahanlılar dönemine ait yapılarda görülmeye başlayan çini sanatı, Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları zamanında gelenek haline gelmiş, Osmanlı döneminde ise bu gelenek devam ettirilmiştir.

Pişirildikten sonra toprağa şekil verilerek üretilen ve eşyalara yapılan motifler, şekiller ve renklendirmelerden oluşan eserlerdir.

Selçuklular döneminde genellikle lacivert, mavi, hardal, kahverengi ve siyah renklerin kullanıldığı; altıgen, kare ve dikdörtgen şekillerde yapılan çini sanatı, Osmanlı zamanında farklı bir anlam kazanmıştır.

Geleneksel Türk el sanatları arasında yer alan ve mimariye farklı bir boyut getiren çini sanatı, özellikle cami, köşk, saray, çeşme, türbe, tabak, vazo gibi dekoratif ürünlerin iç ve dış süslemelerinde kullanılan bir seramik ürünü olarak ön plana çıkar. Ülkemizde en güzel örneklerinin yer aldığı İznik çinilerinin ünü ise dünyada da oldukça yaygındır.

Nefesinin yettiği kadar sanat yapmak: Tezhip

Osmanlı döneminin zenginliğini de simgeleyen tezhip sanatı, eser kenarlarını altın ile işleme ve süsleme sanatı olarak tanımlanır. Kelime anlamı “altınlamak” olan tezhip, ilk olarak hat sanatında kullanılmaya başlanmıştır.

Sanatın icrası sırasındaki temel kurallardan biri çiçeklerin ve yaprakların kenarlarına muazzam incelikte kontürler çekilirken ellerin titrememesi için nefes kontrolü yapmak hatta daha az nefes alıp vermektir. Zaman, sabır ve yanı sıra maddi imkan gerektiren tezhip sanatıyla ilgilenen kişilerin geçmiş dönemlerde daha uzun ömürlü olduklarına inanılırmış.

İslamiyet öncesine Türk toplumları tarafından da uygulanmış ve derin bir geçmişe sahip tezhip sanatı, Osmanlı zamanında zirveye ulaşmıştır.  Özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminde en parlak dönemini yaşayan tezhip sanatı, en çok Kuran-ı Kerim’lerin ilk ve son sayfalarında, surelerin baş taraflarında kullanılmıştır.

Benzer İçerikler

Comments are closed.