İstanbul’un Simgesi: Kız Kulesi

15 Mart 2019 • Şehirler ve Hikayeleriİstanbul’un Simgesi: Kız Kulesi için yorumlar kapalı2239

Geliyor Boğaziçi’nden doğru

Bir iskeleden kalkan vapurun sesi,

Mavi sular üstünde yine

Bembeyaz Kızkulesi…

Ziya Osman Saba’nın “İstanbul” şiirinde bahsettiği boğazın incisi, Üsküdar’ın ise sembolü olan Kız Kulesi, yaşanmışlıklarla dolu 2.500 yıllık geçmişiyle çeşitli efsanelere konu olmuştur.

Aşkın, sevdanın, yalnızlığın ya da ulaşılmazlığın simgesi olarak nice şaire, ressama, yazara, müzisyene, yönetmene ve fotoğrafçıya ilham kaynağı olan Kız Kulesi; tarihte sürgün ve tecrit yeri olarak kullanılmış, depremler ve yangınlar atlatmıştır.

Köklü tarihiyle İstanbul’u zenginleştiren Kız Kulesi’nin hikayesini ve mimarisine ruh katan dillere destan efsanelerini bir kez de bizlerden dinleyin istedik..

2500 yıllık tarih…

Kız Kulesi’nden ilk kez M.Ö 400’lü yıllarda bahsedildiğini belirten tarihçiler, Asya sahillerinin bir çıkıntısı olan kara parçasının zamanla sahilden kopması ile oluşan adacığın üzerine Atinalı komutan Alkibiades’in, Boğaz’a girip çıkan gemileri denetlemek ve vergi almak amacıyla bir kule inşa ettirdiğinden söz ederler.

İstanbul Boğazı’nın Marmara Denizi’ne yakın kısmında, Salacak açıklarında yer alan küçük bir adacığın üstüne 5 katlı bir yapı olarak inşa edilen ve yaklaşık 18 metre yüksekliğe sahip olan Kız Kulesi; Antik çağda başlayan geçmişiyle, Eski Yunan`dan Bizans İmparatorluğu ve Osmanlıya kadar tüm tarihi dönemlerde var olarak günümüze kadar gelmiştir.

Antikçağ döneminde “Arkla” (küçük kale) Bizans döneminde ise “Damialis” (dana yavrusu) adları ile anılan Kız Kulesi, Osmanlı Devleti’nin en güçlü olduğu zamanlarda deniz feneri olarak kullanılmıştır. 1716 yılında çıkan bir yangında kül olan Kule, Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından 1725-1726 yıllarında yeniden inşa ettirilmiştir.

1980’lerin başına geldiğimizde ise askeri amaçlı radar istasyonu olarak görev yapan Kız Kulesi, 1983 yılından sonra Denizcilik İşletmeleri’ne bırakılmış ve 1992 yılına kadar ara istasyon olarak kullanılmıştır.

Binlerce yıllık gizemli bir tarihe sahip bu özel mekân, kendine özgü kimliği ve geleneksel mimarisine bağlı kalınarak yapılan ve 5 yıl süren restorasyon sonrasında 2000 yılında kapılarını ziyaretçilerine açar. Bugün hem gündüzleri hem akşamları yerli ve yabancı ziyaretçilerin uğrak yeri olan Kız Kulesi, düğün, toplantı, lansman, iş yemeği gibi pek çok özel davet ve organizasyona da ev sahipliği yapmaktadır.

Denizleri aşan aşkın, denizdeki sonu…

Efsaneye göre, Tanrıça Afrodit adına yapılmış olan Kız Kulesi’ndeki tapınağın rahibelerinden biri olan Hero, kuleden karşıya geçtiği bir gün Leandros adında biriyle karşılaşır ve iki genç ilk görüşte birbirine âşık olur. Leandros, yasakları ve engelleri delen bu aşk uğruna her gece boğazın soğuk sularını yüzerek aşıp Hero’ya kavuşmaktadır. Hero’nun sevgilisine yol göstermek için yaktığı fenerin rüzgârlı bir gecede sönmesiyle Leandros, karanlıkta yolunu kaybedince boğularak ölür. Aşık olduğu adamı gözlerinin önünde kaybeden Hero ise bu acıya dayanamadığı için kendini boğazın sularına bırakarak hayatına son verir. Bu efsaneye dayanarak Romalılar burayı, Leandros Kulesi olarak adlandırmışlar.

Sepetteki Zehirli Yılan Efsanesi

“Boğazı dantel gibi süsleyen” Kız Kulesi hakkında en yaygın bilinen efsanelerden bir diğeri de kralın kızı ile ilgili olandır. Efsaneye göre, falcılar Bizans imparatoruna; kızının 18 yaşına basmadan bir yılan tarafından ısırılması sonucu öleceğini söyler. Kral da bunun üzerine prensesi denizin ortasında inşa ettiği Kız Kulesi’ne yerleştirir. Ancak, falcıların bu kehaneti gerçeğe dönüşür ve kuleye gönderilen bir meyve sepetinin içinden çıkan yılanın ısırması sonucu prenses hayatını kaybeder. İnanılmaz bir acı yaşayan Kral ise kızını, yılanların ulaşmasını engellemek için yaptırdığı pirinç tabutu ile Ayasofya’nın yüksek bir duvarına koydurur. Efsaneyi daha ilginç hale getiren rivayet ise hala Ayasofya Müzesi’nde görebileceğiniz bu tabutun üzerindeki iki deliğin aynı yılan tarafından yapıldığını yönünde.

Atı alan Üsküdar’ı nasıl geçmiş?

Meşhur “Atı alan Üsküdar’ı geçti” deyimini duymayan, hatta kullanmayan yoktur J

Rivayet odur ki; bu deyimin ortaya çıkmasına yol açan hikâyenin kahramanı bu kez Seyydi Battal Gazi’dir. Dönemin İslam Halifesi Harun Reşid’in ordusuyla İstanbul kuşatmasına katılan Battal Gazi, kuşatmadan bir sonuç alınamayınca Kız Kulesi önündeki kıyıya karargahını kurar ve yedi sene burada kalır. Hikâyeye göre, Battal Gazi’nin Üsküdar kıyılarında bu kadar uzun süre kalmasının asıl nedeni, Tekfurun kızına karşı duyduğu aşkıdır. Bunu öğrenen Üsküdar Tekfuru da Battal Gazi’nin korkusu ile kızını, hazineleri ile birlikte Kız Kulesi’ne kapatır. Şam seferini tamamlayarak Üsküdar’a dönen Battal Gazi ise bir gece kayık ile Kızkulesi’ne gelerek, hem tekfurun kızı hem de hazinelerini aldıktan sonra Üsküdar’dan atına atlayıp oradan uzaklaşır. Çokça bilinen “Atı alan Üsküdar’ı geçti” lafı ise bu hikâyeden gelir.

Benzer İçerikler

Comments are closed.