Kültürel miraslarımızın günümüze kadar taşınması ve daha fazla kişiye ulaşması fikrinden yola çıkarak Türk-Osmanlı tiyatro tarihinin en eski ve unutulmaz iki karakteri olan Karagöz ve Hacivat’ın hikayesini bu yazımızda sizlerle paylaşmak istedik.
Ortaya çıktığı günden bugüne insanları eğlendirirken düşündüren, zaman zaman toplumsal bilinç oluşmasında öncü rol oynamış bir gölge oyunu olan Karagöz ve Hacivat oyunları, daha çok Ramazan eğlencelerinin bir parçası olarak bilinse de aslında ortaya çıkışının öyküsü oldukça ilginç bir o kadar da trajiktir.
Osman Bey’in anısına….
Rivayet odur ki Karagöz ve Hacivat’ın hikâyesi Sultan Orhan devrinde (1324-1362) Ulucami’nin inşaatı sırasında Bursa’da geçmiştir.
Orhan Gazi, o dönem ki başkent olan Bursa’da dönemin en ünlü mimarlarına babası Osman Bey’in anısına hem güzel hem de görkemli bir camii yapmaları talimatını vermiş. Seçilen en iyi projeye başlamadan önce Sultan Orhan, mimarbaşını huzura çağırarak, kusursuz bir işçilik için en iyi ustaların bulunup, en kaliteli malzemelerin seçilmesini ve hiçbir masraftan kaçınılmamasını emretmiş. Mimarbaşı da aldığı emirle yörenin en iyi duvar, demir, ahşap ustalarıyla, en becerikli hat sanatçıları ve nakkaşlarını bulup, Padişah’tan inşaata başlamak üzere izin istemiş. Orhan Gazi de inşaat için son talimatını verirken, mimarbaşına bu camiinin önemi hakkında uyarılarda bulunmuş ve “Söylediklerin güzel, hemen başlayabilirsiniz camiyi inşa etmeye ama aç kulaklarını ve dinle şimdi. Bil ki bu camii benim için çok önemli. Bu yüzden, her kim ki inşaatın yavaşlamasına veya işlerin aksamasına sebep olursa o an kellesini vurdururum. Şimdi çıkın gidin başlayın camiyi yapmaya” demiş.
Mimarbaşı da Kambur Bali Çelebi’yi (Karagöz) demirci ustası, Halil Hacı İvaz’ı da (Hacıvat) duvar ustası olarak görevlendirmiş ve işleri aksatmamaları için onları sıkı sıkı tembihlemiş. Ancak işler Mimarbaşı’nın istediği gibi gitmemiş…
Biri demirci diğeri duvarcı ustasının başına gelenler
Karagöz, inşaatlarda çalışarak ustalaşmış ve artık işinin ehli bir usta olarak bilinen cevahir biri olmuş. Tez canlılığı ve hazır cevaplılığı tek kusuru olsa da kıvrak zekasıyla başına açılan her beladan kurtulmaya çalışır, içinden çıkamayacağı durumlarda ise yardımına koşan hep yakın dostu Hacivat olurmuş. Hacivat, Karagöz’den farklı olarak medrese de eğitimi almış, bilgili ve görgülü birisiymiş. İki yakın dostun sürtüşmeleri ve didişmelerinin hiç bitmediğini bilen Mimarbaşı ve ustalar ise inşaat sırasında bu iki dostu yan yana getirmemek için bir hayli çaba sarf ederlermiş. Buna rağmen Mimarbaşı ne zaman inşaattan ayrılsa fırsat bulan Hacivat ile Karagöz, birbirleriyle atışır, diğer işçiler için de bu her zaman eğlence kaynağı olurmuş.
Bir gün teftişe geldiğinde inşaatın istediği hızda gitmediğini gören Osman Gazi Mimarbaşı’dan açıklama istemiş. Aksamanın sebebini anlamak isteyen Mimarbaşı, bir gün malzeme almaya gittiğini söyleyip bir köşede saklanmış ve Hacivat ve Karagöz’ün atışmaya başladığını, bütün işçilerinse onları seyre daldığını görmüş. İnşaatın akmasının nedenini aktardığı an çok sinirlenen Orhan Gazi Hacivat ile Karagöz’ün asılmaları emrini vermiş. Bu olay hem inşaatta çalışan işçileri hem de Bursa halkını çok üzmüş. Hatta ulema, bu karardan duydukları hoşnutsuzluğu Orhan Gazi’ye kadar iletmiş.
Padişahın pişmanlığı gölge oyununda
Kısa bir süre sonra hatasını anlayıp vicdan azabı çekmeye başlayan Padişah’ın bu halini gören Şeyh Kuşteri adındaki uleması, sultanın üzüntüsünü hafifletmek için başındaki beyaz sarığını çözerek, mum ışığının önünde germiş ve ayağından çıkardığı çarıklarını da kukla gibi kullanarak sarığın arkasından Hacivat ve Karagöz’ün atışmalarını taklit etmeye başlamış.
Hacivat: Hasretinle beni koyup gidenin, hoş geldin.
Karagöz: Hasta iken turşu suyu içenim, boş geldin
Hacivat: Gel Karagöz, gidelim Göksu’ya yiyelim dolma.
Karagöz: Sümüklü burnumu ye de namerde muhtaç olma.
Perdenin arkasındaki gölgeler
Hala Hacivat ve Karagöz’ün sahiden yaşayıp yaşamadığı tartışılsa da günümüze kadar gelen bu gölge oyunu, taklide ve karşılıklı konuşmaya dayanır ve 2 boyutlu tasvirlerle bir perdede oynatılmaya devam eder.
Gölge oyunu; deriden yapılan tasvirlere arkadan vuran ışığın tasvirlerin gölgesini beyaz bir perde üzerine yansıtması temeline dayanır. Karagöz oynatıcısına kurgusal, hayalbaz denirken, yardımcıları; çırak, yardak, dayrezen, sandıkkar’dır. Oyunda konuşmaların değişmesi baş hareketleriyle gerçekleştirilir.
Hicvin ve Yerginin Vasıtası
Doğaçlamaya ve güncel olayların işlenmesine son derece açık olan Karagöz perdesi, aslında dönemin en önemli toplumsal yergi vasıtasıydı. Halkın beğenmediği hükümet kararlarının eleştirildiği; devlet ileri gelenlerinden bazılarının hırsızlık ve rüşvetçiliklerinin perdede canlandırıldığı ve kamuoyunu temsil eden bu gölge oyunu, Osmanlı’nın son dönemlerinde çok keskin bulunmuş ve yasaklanmıştır. Bu yasaklamalar sonrasında ise ne yazık ki Karagöz oyunu sıradan, kaba saba bir güldürü durumuna gelmiştir.
Zaman içinde tiyatronun, sinemanın daha sonra da televizyonun hayata girmesiyle Karagöz oyunu tamamen etkisini kaybederken, teknoloji alanındaki gelişmeler de burada rol oynamıştır. Batı tiyatrolarında olduğu gibi yazılı metinlerin kullanılmaya başlanmasıyla 20. yüzyılın başlarında geleneksel Türk tiyatrosunun en önemli özelliği olan doğaçlama geleneği de terkedilmiştir. Yazılı metne bağlı kalarak oynatılmak durumunda bırakılan Karagöz oyunları, yeni oyunlar yazılamadığı için çağa ve insanların kültürel gelişimlerine ayak uyduramamış, eskiden oynatılan oyunların aynısının tekrar tekrar perdeye getirilmesi insanların ilgisini çekmekten uzaklaşmıştır.
Artık bir avuç gönüllü tarafından yaşatılmaya çalışılan Karagöz sanatımız, tarih kitaplarının arasında kalıp yok olmaya mahkûm bırakılmamalıdır.
ADINI ALDIKLARI SULTANLARLA İÇİNDEN TARİH AKAN ÇEŞMELER Bir Sonraki:
İÇİNDEN TARİH VE DOĞANIN GEÇTİĞİ ANTİK LİKYA YOLU