Yüzyıllarca Smyrnalı Homeros’un kalemiyle yarattığı bir hayal olarak anılan, tarihin destansı sayfalarından çıkıp romanlara, sokak sanatlarına, hatta satranç taşlarına ilham olan, Doğu ile Batı’nın Ege ile Marmara’nın birbirine kavuştuğu topraklarda tüm dünyanın aşina olduğu bir aşk hikayesine kendini mekan yapan tüm zamanların en ünlü kenti Truva’yı keşfetmeye hazır mısınız?
Ozanlara ve yazarlara esin kaynağı olan, tarihine İlyada ve Odysseia Destanlarının tanıklık ettiği Truva’dan her bahsedildiğinde ilk akla gelen meşhur tahta at olsa da, Truva Prensi Paris ile Sparta Kraliçesi Helena’nın 3000 yıldan eskiye dayanan aşk hikayesi, bu antik kentin tam kalbinde yer alır. Homeros’un M.Ö 730’lardan bugünlere miras bıraktığı ve destanlaştırarak kaleme aldığı hikâyeye göre; Tanrıçalar, Prens Paris’in huzuruna gelerek hakemlik yapmasını ve aralarından en güzelini seçmesini isterler. Bu seçimin nelere mal olacağını anlamayacak kadar tecrübesiz olan genç ve yakışıklı Prens Paris görevi kabul eder ve tanrıçaları uzun uzun süzerken kulağına rüşvet teklifleri çalınır. Hera ona sonsuz zenginlik ve Asya’nın kralı olmayı, Athena komutan olarak daima zafere koşma ve çağlar boyu bilgeliğiyle anılmayı, Afrodit ise dünyanın en güzel kadınını vadeder. Paris’in Afrodit’i seçmesiyle Ana Tanrıça Hera ve Tanrıların Tanrısı Zeus, Prens Paris’i lanetler ve Prens’in ülkesine en büyük felaketi getirmeye ant içerler. Böylece Truva’nın sancılı kaderi çizilmiş olur.
Bir süre sonra Yunanistan’a giden Prens Paris, Sparta Sarayı’nda Kraliçe Helena ile tanışır ve ona aşık olur. Tanrıça Afrodit’ten yardım isteyen Prens, Helena ile birlikte Sparta’dan kaçarak Truva’ya döndüğünde ise Yunanlılarla Truvalılar arasında yaklaşık 10 yıl sürecek olan savaş başlamış olur. Dünyanın o tarihteki en büyük savaşı olarak bilinen Truva Savaşı; Homeros’a göre yaklaşık 200 bin askerin katıldığı, Sarpedon ve Akhilleus gibi o dönemin en büyük askerlerinin hayatını kaybettiği, Anadolu’da Yunan şehir devletlerinin egemenliğinin başladığı bir döneme kaynaklık eder. Ege Denizi’nin iki yakasındaki en büyük iki komutan Agamemnon ile Hector’un Yunan ve Anadolu ordularının başına geçtiği savaşın 10’uncu yılında her iki taraf da hala kalıcı bir üstünlük sergileyememişken, İthaka Kralı Odysseus diğer komutanların katıldığı bir toplantıda tahta at yaparak Truvalıları kandırma fikrini ortaya atar. Plana göre Yunanlılar savaştan çekiliyor gibi gözüküp geride çok büyük bir tahta at bırakırlar. Odysseus ve diğer seçkin komutanlar atın içine gizlenir, diğer komutanlar tüm orduyla birlikte denize açılıp gemileri Bozcaada’nın arkasına, Truvalıların onları göremeyeceği bir şekilde saklarlar.
Barış özlemiyle yanıp tutuşan Truvalılar, barışın bir sembolü olarak gördükleri tahta atı kentin içine alırlar ve tüm gece savaşın bitişini kutlarlar. Gecenin sonunda tüm şehir yorgun düşerken tahta atın içine saklanmış Odysseus ve askerleri şehri içeriden fethederler. Bu sırada Truva’nın surlarına yaklaşmış olan Yunan ordusunun da takviyesiyle şehir tamamen yok edilirken zafer kazanan Yunanlılar savaşın tek sebebi olan Helena ile birlikte Yunanistan’a yelken açarlar.
Bu savaş da dahil tarih boyunca dokuz kez yakılıp yıkılan Truva, Anadolu’nun en eski antik yerleşimlerinden ve en köklü sanat merkezlerinden biridir. M.Ö. 2920 yılında kurulan I. Truva’dan, savaşın yaşandığı VII. Truva’ya kadar Akdeniz’in en önemli limanlarından biri olmuş, birçok alanda Antik Yunan ve Hitit medeniyetlerine kaynaklık etmiştir. Antik Yunan kültürünün Anadolu’da egemen olmasıyla birlikte yüzyıllar geçtikçe önemini kaybeden şehir, İstanbul’un fethi sonrası Fatih Sultan Mehmet’in eline geçen 10’uncu yüzyıldan kalma Homeros metinleriyle tekrar hak ettiği değeri görmeye başlar. Öyle ki 1462’de Truva’yı ziyaret eden Sultan Mehmet, “İstanbul’u fethederek Truvalıların öcünü aldım” diyerek kentin Anadolu tarihindeki önemine bir kez daha vurgu yapmış, Büyük Taarruz sonrası ise Başkomutan Mustafa Kemal, İzmir’den ayrılan gemilerin ardından yine benzer bir cümle kurarak yaverlerine, “Hector’un intikamını aldık” demiştir.
1996 yılında milli park olan, 1998’de ise UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren Truva kalıntıları, Ekim 2018’de hizmete giren ve tarihi eserleri çıktığı topraklarda sergilemeyi amaç edinen müzeyle birlikte; tüm dünyadan tarih severleri bu eşsiz hikâyeye ve kentin beş bin yılı aşkın geçmişine tanıklık etmeye davet ederken, bu alanda dünyadaki sayılı örneklerden biri olarak da gösterilmekte. Osmanlı’nın son dönemlerinde Truva’dan kaçırılan birçok tarihi eseri bir araya getirmeyi hedefleyen müzenin en zengin koleksiyonunu ise 2014 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından ABD’den getirilen Truva altınları oluşturuyor.
UNESCO tarafından Truva yılı ilan edilen 2018-2019 turizm sezonunda birçok kültür-sanat etkinliğine ev sahipliği yapacak olan Truva, yolunuz Çanakkale’ye düşerse Anadolu’nun zengin tarihine doğru keyifli bir yolculuk vadediyor.
Siyah Şifa: Kakao Bir Sonraki:
Çikolatanın Sırları