Fransız yönetmen, gazeteci ve fotoğrafçı Yann Arthus Bertrand’ın 60 ülkede 2 binden fazla insanın hikayesini dinleyerek oluşturduğu ‘Human’ (İnsan) belgeselinde, yerli bir kabilenin yaşlı bir kadın üyesi, nasıl mutlu olduğunu şu sözlerle anlatır: “Yağmur yağdığında çok mutlu olurum. Süt içtiğimde, kilo aldığımda, beni yağmur ve soğuktan koruyan güzel bir kulübedeyken mutlu olurum.”
Karanlıkta uyumak zorunda olmamak, sabah kalktığında hiçbir yerinin ağrımadığını bilmek veya ansızın çıkan bir çatışmada çocuğunu talihsiz bir kurşuna kurban vermemek, bugün dünyada pek çok farklı mutlu olma nedeni arasında yer alıyor.
Human belgeseli, bize renk, ırk, din, dil ayırt etmeksizin insanı tüm saflığıyla anlatadursun; şehir hayatı içinde bir günden diğerine hızla koşan bizler, nasıl da farkında olmadan anlatılanlardan farklı bir ‘modern mutluluk’ kavramı geliştiriyoruz… İyi bir kariyere, eve, arabaya ve aileye kavuştukça, görünürde mutlu olmak için gereken her şeye teker teker sahip olduğumuzu düşünüyor, lakin içimizde biriken boşluğu anlamlandıramıyor, enerjimizi nedensizce tükettiğimizi hissediyoruz… ‘Peki neden?’ sorusunun yanıtını ise filozof ve mutluluk araştırmacısı Wilhelm Schmid’in ‘Mutlu Olmak’ adlı kitabının satırlarında buluyoruz..
Refahımız artarken, onu kaybetme korkumuzun da artığına vurgu yapan Schmid; seçme özgürlüğümüz arttığında ise sürekli tercihte bulunmanın ve bu tercihin sorumluluğunu üstlenmenin sıkıntısını farkında olmadan büyüttüğümüze dikkat çekiyor.
Hayatımızda çıkışlar kadar inişleri de anlamamız ve hayatı bir bütün olarak kabul etmemiz noktasında bizleri yüreklendiren kitap, mutluluk diktatörlüğünden özgürleştiğimizde yaşamımızı daha farklı anlamlandıracağımızı da ortaya koyuyor.
Dalgaları kontrol edemiyoruz peki ya kürekleri?
Hayatımızı iyisi ve kötüsüyle kabul edip anlamlandırırken, kontrol edemediğimiz olaylar karşısında dengemizi nasıl koruyabiliyoruz? Yazar Mümin Sekman, ‘Her şey seninle başlar’ adlı kitabında en önemli hayat becerilerinden birinin kontrol edemediğimiz şeylerin bizim üzerimizdeki etkisini yönetebilmeyi öğrenmek olduğundan bahseder. Sekman’a göre, annemizi seçemeyiz ama annemizle ilişkimizi yürütme biçimimizi seçebiliriz, sevdiklerimizin ölmesini engelleyemeyiz ama kayıp duygusunun bizi mahvetmesini engelleyebiliriz. Bunlar, kendimizi profesyonelce geliştirmeyi, iç sistemlerimizi tanımayı, oto-kontrol becerilerimizi artırmayı, içsel gözlem yeteneğimizi keskinleştirmeyi gerektirir. Bir başka deyişle, denizdeki dalgaların hareketini kontrol edemeyiz ama kürekleri kullanma derecemizi ve yelkenlerimizi tutma şeklimizi seçebiliriz.
Gelin şimdi hep birlikte mutluluk araştırmalarının bize neler söylediğini dinleyelim…
Birleşmiş Milletler, Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı tarafından yayımlanan 2019 yılı Dünya Mutluluk raporuna göre, geçtiğimiz yıl 156 ülke arasında 74. sırada yer alan Türkiye bu yıl 79. sırada yer alıyor.
Mutluluğun % 50’si genlerimizden, %40’ı davranışlarımızdan ve %10 oranında ise demografik bileşenlerden kaynaklanıyor. Araştırma sonuçları, mutlu bireylerin mutlu olmayanlara göre daha sağlıklı, daha başarılı, daha yaratıcı ve üretken, iş yaşamında gelir düzeyleri daha yüksek bireyler olduğunu gösteriyor. İnsanlar hayatta anlam ve mutluluk arıyor ve dijitalleşen iş dünyasında şirketlerin doğaya uyumlu ürünlere, toplumla dirsek teması kurmaya yönelmesinin altında da bu anlam arayışının yükselişi yatıyor.
Prof. Dr. İhsan Fazlıoğlu’nun “Herkesin hayatında bir kere dahi olsa kendisine sorup cevaplamalı” diyerek ilettiği sorusu ise içimizde yükselen bu anlam arayışının altını bir kez daha çiziyor: “Sahip olduğum her şeyi yitirdiğimde beni ayakta tutacak olan nedir?” Belki bu soruya vereceğimiz bireysel cevaplarımız, bizim gerçek hayat amacımız veya bizi biz yapan gerçek potansiyelimiz ve mutluluğumuz olacaktır…
Tarihe Damga Vuran Türk Bilim İnsanları Bir Sonraki:
Avrupa’nın en uzun yaşayan insanının sırrı ne?