Kaygı, hayatın her alanında var olan ancak bir o kadar da rahatsız edici bir duygudur. “Kaygı, yarındır.” der Kierkegaard. Özellikle son zamanlarda topluma hakim olan bir duygu olduğu yadsınamaz bir gerçek. Bunda çevresel faktörlerin de etkisi vardır tabii ki. Aslında kaygı normal düzeyde yaşandığında çok da korkulacak bir olgu değildir. Hatta bazen tehlikeler karşısında kendinizi korumanızı, motive olmanızı ve dikkatinizi toplamanızı sağlayan bir tetikleyici olabilir. Kaygı, dozunda yaşandığında problemlerin çözümüne giden sağlıklı bir yoldur desek abartmış olmayız.
Peki, yaşanan kaygının normal düzeyi nedir? Tehlike olarak hissettiğiniz durum ya da olay gerçek ise yaşanan kaygı da normaldir. Ancak kaygı hissi hem yaşamınızı hem de ilişkilerinizi olumsuz yönden etkileyecek bir seviyeye ulaşmış ise bu durumda hayatınızın kontrolünü ele geçirmenin vakti gelmiş demektir. Normal kaygı ile anksiyete boyutuna ulaşan kaygı arasındaki farkı görebilmek, kendi durumunuza bir tanı koymaya ve çözüme giden en doğru yolu belirlemeye yardımcı olacaktır.
Genetik Mirasımız: Kaygı
Hepinizin bildiği gibi insanoğlu avcı ve toplayıcı bir toplumdan gelir. O dönemlerde bireyler doğanın ve vahşi hayvanların tehlikelerine karşı hayatta kalabilmek için “savaş ya da kaç” taktiği geliştirmiştir. Günümüzde artık bir dinozor ile karşılaşma kaygısı yaşanmasa da iş, aile, sağlık, para gibi konular atalardan miras kalan “savaş ya da kaç “sürecini tetikler. Önemli bir olay öncesi ve zor bir durum sırasında vücutta meydana gelen kaygı belirtisi terleme, artan kalp atışı, ellerin titremesi gibi alarmlar savaş ya da kaç sürecinin doğal bir yansımasıdır aslında.
Kaygı içsel olarak huzursuzluk yaratsa da her zaman terapi gerektirecek boyutta olmayabilir. Potansiyel bir tehlike karşısında kaygıya kapılmak doğal olmakla birlikte hayatta kalabilmek için gerekli olabilir. Çevrenizde gördüğünüz her insanda var olan kaygı, kimilerinde ise hastalık boyutuna ulaşabilmektedir. Peki, kaygının her insanda yansımalarının farklı olmasındaki sebep nedir? Bu noktada devreye kaygılarınızı yönetebiliyor olmanız girer. Eğer gerçek tehlike ile gerçekliği olmayan tehlike arasındaki ayrımı yapabiliyorsanız bu, kaygınızı yönetebileceğiniz anlamına gelmektedir.
Kaygıların Anksiyete Boyutuna Ulaştığının Belirtileri
Kendinizi herhangi bir durum karşısında kaygılı ya da endişeli hissettiğinizde vücut alarm vermeye başlar. Bu alarm fiziksel olabileceği gibi ruhsal da olabilir. Normal şartlar altında olaylar karşısında verilen tepkilerin geçici olması beklenir. Ancak söz konusu tepkilerin hayatınızdaki misafirliği uzun sürmeye ve süreklilik arz etmeye başladıysa artık ufak ufak yol vermek gerekir.
Kaygı yoğunluğu yükseldiğinde kişilerin genel mizaçları ve davranışlarında değişimler meydana gelir. Endişeli yüz ve gergin bir duruşun hakim olduğu insan modeliyle karşı karşıya kalırsınız. Genel bir huzursuzluk durumu söz konusudur. Dolayısıyla olaylar karşısında irkilebilir ve olması gerekenden çok daha büyük tepkiler verebilirler. Bu insanlarla iletişime geçmek istendiğinde konuşmaları içerik olarak düzgün olabilir ancak kaygının yarattığı baskı ses tonuna tedirginlik, titreme ve zor konuşma şeklinde yansıyabilir. Yoğun kaygı içinde olan insanlar somut bir neden ortaya koyamamakla birlikte sürekli kötü bir şey olacakmış hissine kapılabilir. Bu durum uzun sürdüğünde yılgınlık ile beraber ruhsal çöküntüyü getirmesi kaçınılmaz olur.
Kaygı çok yoğun olduğunda bireylerin yaşamında domino etkisi yaratır. Yani kaygı ile birlikte gelen fiziksel değişim duygu durumunu etkiler, duygusal dalgalanmalar ilişkileri yıpratır, yıpranan ilişkiler kişileri yalnızlığa hapseder ve sosyal sorunları tetikler. Bununla beraber kişilerin bilişsel yetilerinde gerileme başlayarak unutkanlık, dikkat dağınıklığı, anlama ve öğrenmede azalma gibi sorunları gündeme getirebilir. Özetle, doğru yönetilen kaygı hayatta kalmanızı sağlarken doğru yönetilmemiş bir kaygı da yaşam kalitenizi en dibe çekebilir. Ancak güzel olan haber şu ki; kaygılarınızı yönetebilir ve onlarla başa çıkabilirsiniz.
Kaygılarınız Sizi Yönetmesin, Siz Kaygılarınızı Yönetin
Çağımızın en sık görülen problemlerinden biri olan kaygı, kişilerin belli bir düşünceye saplanıp kalması ve sürekli o düşünce etrafında dönüp durması ile birlikte artık bir psikolojik sorun olmaya başlar. Yaşam serüveninde bazı dönemler olaylar üzerinde kaygı duymak ne kadar normal ise bu durumun süreklilik arz etmesi ve aşırıya kaçması da o derece olağan dışı bir durumdur. Dünya üzerindeki bütün kötülüklerin sizi bulacağı hissinden kurtulmak ve bu durumla baş edebilmek için yazının devamında yer alan çözüm yollarına bir göz atmak yararınıza olacaktır.
Kaygıları Yazıya Dökmek
Düşünceleri ve hisleri kağıda dökmek zihni deşarj edebilmenin en etkili yollarından biridir. Kaygılarınızla baş edemeyeceğinizi fark ettiğinizde boş bir kağıt ve kalem alarak işe başlayabilirsiniz. Yazarken hem rahatladığınızı hisseder hem de geriye dönüp okuduğunuzda sorunlara uzaktan bakma fırsatı yakalayabilirsiniz. Bu da size belki olaylara farklı açıdan bakabilmenin kapılarını açabilir. Ne dersiniz? Hepimizin bir dönem hayatında kaleme aldığı günlükleri düşünürseniz yazmanın ne derece terapi etkisi yarattığını daha iyi anlayabilirsiniz.
Kendini Oyalamayı Öğrenmek
Oyalanacak çok şeyiniz var ise olaylar üzerinde düşünmek için harcayacağınız boş vaktiniz yok demektir. Odağı müzik dinlemek, arkadaşlarla vakit geçirmek ya da bir hobi edinmek gibi farklı bir aktiviteye yönlendirmek yalnızca kaygı bozukluğu yaşayanların değil herkesin uygulaması gereken bir yöntemdir. Bazen düşüncelerden sıyrılmak için kendinizi oyalamayı öğrenmeniz gerekir.
Değiştirilemeyen Durumları Kabullenmek
Hayatın kontrolü her zaman sizin elinizde olmayabilir. Ancak kendi hayatınızın ipleri sizin elinizdedir. Bu farkındalıktan yola çıkarak nefes alın ve sizi kaygıya sürükleyen olay karşısında yapabileceğiniz bir şey olup olmadığını kendinize sorun. Cevabınız evet ise soruna değil çözüme odaklanın. Eğer sorunun çözümü sizin elinizde değil dış etkenlere bağlı ise değiştirmeye çalışmak yerine kabullenin. Bu yöntemleri denediğinizde size iyi geldiğini göreceksiniz. Bu yöntemlere ek olarak çıkış yolu bulamadığınızda ve boğulduğunuzu hissettiğinizde kendinizi bir uzmanın güvenli kollarına bırakmaktan çekinmeyin. Ve son olarak unutmayın ki; her şey sizde başlar, sizde biter.
Devamı »